Fatmagül Berktay'ın Kaleminden Türkiye'nin Her Bölgesinde Kadına Yönelik Şiddet Pervasızca Sürüyor Ama... KAMER Çok Şey Anlatıyor

Fatmagül Berktay'ın Kaleminden Türkiye'nin Her Bölgesinde Kadına Yönelik Şiddet Pervasızca Sürüyor Ama... KAMER Çok Şey Anlatıyor

Kategoriler / Basında KAMER

Fatmagül Berktay'ın Kaleminden Türkiye'nin Her Bölgesinde Kadına Yönelik Şiddet Pervasızca Sürüyor Ama... KAMER Çok Şey Anlatıyor

KAMER’in projesi çok şey anlatıyor...

Kimsenin kimseye emanet edilmediği, kadınıyla erkeğiyle özgür bir demokratik toplum inşası hayal mi? Hayaller gerçeğe dönüşmez değil, ama önce barajların yıkılması gerekiyor.

FATMAGÜL BERKTAY

Prof. Dr. İstanbul Üniversitesi

Kamer'in Doğu ve Güneydoğu'da 23, Karadeniz'de de 3 ilde yürüttüğü "Kadın Hakları İnsan Haklarıdır" projesinin raporu açıklandı. Bu raporun dayandığı araştırma her şeyden önce metodolojisinin sağlamlığı ve her aşamada toplumsal cinsiyeti bir analiz kategorisi olarak kullanmasıyla dikkati çekiyor. 24.723 kadınla anket değil yüz yüze görüşme yapılmış olması ve sorulan soruların sadece şiddet değil, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin çeşitli yönlerine ilişkin olguları açığa çıkaracak nitelikte olması çok önemli. Rapora göre görüşülen kadınların yüzde 90'ı şiddete maruz kaldığını düşünüyor. Bu oran, son araştırmalara göre varılan sonuçtan (yüzde 40) yüzde 50 oranında daha fazla şiddetin yaşanmakta olduğuna işaret ediyor. Bunun nedeni muhtemelen, kadınların ancak tahammül edilemez ve çoğunlukla aşırı fiziksel/cinsel şiddeti şiddet olarak nitelendirmeleri. Kamer'in raporunda işte bu görünmez şiddetin açığa çıkarılması gerektiği ve bunu da ancak kadın örgütlerinin gerçekleştirebileceği vurgulanıyor. Araştırma, açlık sınırındaki yoksulluğun şiddeti sıradanlaştırdığını ve kadınları "çocuklarım açken yediğim dayakla nasıl uğraşayım" gibi bir çaresizliğe götürdüğünü de ortaya koyuyor. Yoksulluk dünyanın her tarafında olduğu gibi burada da en çok kadınları vuruyor; yoksulluğun ceremesini kadınlar ve çocuklar aç kalmanın yanı sıra erkek şiddetine maruz kalarak çekiyorlar.

"Zurnanın zırt dediği" yer

Araştırmanın en önemli yönlerinden biri, ataerkil toplumda mülkiyetin eşitsiz toplumsal cinsiyet rollerinin dayandığı esas temel olduğunu göstermesi. Her hangi bir toplumda kadının statüsünü tespit etmek için bakılması gereken göstergeler mülkiyet, miras, evlenme, boşanma ve çocukların velayetidir. Bunlar, toplumda kadınların ikincilleşmesini ezilmesinin ve sömürülmesinin temel göstergeleridir ve hepsi birbirine bağlıdır; yani "zurnanın zırt dediği" yerdir. Ataerkil toplumda kadınlar ve çocuklar, toprak ve diğer "mallar" gibi erkeğin mülkiyetindedir, onun "sahip olduğu" şeylerdir. Kamer'in raporunda, kadınların cevaplandırırken en korktukları, duyulmasından en çok çekindikleri sorunun mülkiyet ve mirasla ilgili olması boşuna değil.

Araştırmaya göre " kadınlar mirastan pay alabilir mi?" sorusuna sadece yüzde 42.1 evet cevabını veriyor; yüzde 54.3 "hayır" diyor, yüzde 3.6 ise bu konuda bir şey bilmiyor. Buradaki çarpıcı nokta, mirastan pay alabilenlerin bunu medeni kanuna göre (eşit) veya şeriata göre (erkeğin yarısı) değil, yerel geleneksel uygulamaya göre "3 pay erkeğe, 1 pay kadına" şeklinde alması. Bu pay, 6'da 1'e kadar düşebiliyor. Kuran'da mirasın kurala göre bölünmemesinin yaptırımı cehennemde yanmak olsa da, erkekler ne kadar sofu olurlarsa olsunlar öte dünyada yanmayı "dünya malı" için göze alıyorlar.

Kadınların ve çocukların aile reisinin (pater familias) mülkü kabul edilmesinin çeşitli örneklerini içeriyor. Kadınların çoğunluğu elbette görücü usulüyle evlendirilmiş; önemli bir kısmı ise zorla evlendirilmiş ve bu kadınların 172'si berdel (değiş tokuş) ile, 152'si kuma olarak, 10'u "kan bedeli" karşılığı ve 21'i de beşik kertmesi olarak verilmiş. Bu topraklarda kadının birey sayılmak şöyle dursun hayatlarının en önemli kararında en ufak bir söz hakkının bulunmadığının ve tümüyle aile reisinin insafına kaldıklarının bundan daha açık ifadesi olabilir mi? Yakınlarda Ethem Sancak'ın Cumhurbaşkanı'na ilan-ı aşk ederken "eşim, çocuklarım ona feda olsun" dediğini duymuştuk. Bu konuda çok şey söylendi ama bence en çarpıcı nokta işte bu ataerkil aile reisi refleksiydi. Sancak'ın öylesine bir laf ettiğini düşünebilirsiniz ama bu lafı binlerce yıllık bir zihniyetin kolaylığına kapılarak ettiğini de unutmamak gerekir. Ataerkil hukuka göre bir şeye sahipseniz, onu yok etme ("feda etme") hakkınız da vardır (Roma hukukunda pater familias'ın bu hakkı vardı –nitekim proletaris/proleter kelimesinin "çocuğundan başka mülkü olmayan" anlamına gelmesi bu olgunun göstergesidir.) Sancak yeni bir şey söylemiş olmuyordu ama ben gene de kimsenin bu noktaya takılmamasına şaşırdım.

Kadına şiddet öyle uzakta, Doğu'da filan değil her yerde

Türkiye'de uzun süre kadına yönelik şiddetin salt Doğu ve Güneydoğu bölgelerine özgü olduğu öne sürülerek bunun "geçmişten kalan" (feodal aşiret yapısı) ve Kürtlere özgü bir sorun olduğu savunuldu. Bu şekilde, tüm toplumu ilgilendiren yakıcı ve nahoş bir sorun belli bir döneme, coğrafyaya ya da etnisiteye özgülenerek "öteki"ne projekte edilip ötelendi. Ülkenin doğusuna doğru gidildikçe kadına yönelik şiddetin özgül bir biçim alarak yer yer yoğunlaştığı elbette doğru. Ancak doğumdan başlayarak hayatın tüm alanlarına yayılmış olan kadına karşı ayrımcılık, kadın bedeninin ve kimliğinin parçalanmasına yol açan şiddetle doruğuna ulaşıyor ve bu olgu, Türkiye'nin batısında da doğusunda olduğu kadar yaygın, hatta son zamanlarda batıda daha yoğun.

Nitekim Hacettepe Nüfus Etütleri Merkezi'nin 2014'de Aile ve sosyal Politikalar Bakanlığı için gerçekleştirdiği ve Bakanlığın açıklamakta pek çekimser davrandığı aile içi şiddet araştırmasına göre ülke genelinde her 10 kadından 4'ü yakını olan bir erkek tarafından fiziksel/cinsel şiddet maruz kalıyor. Üstelik aynı Merkez'in 2008 araştırmasına gore şiddetin oranı değişmediği (10 kadından 4'ü) halde şiddetin yoğunluğu, yani ağır yaralanma oranı yükselmiş durumda (2008'de yüzde 41 iken 2014'de yüzde 47). Üstelik 2014 araştırması en yüksek şiddete maruz kalma oranının Batı Anadolu'da olduğunu gösteriyor. Bu arada Meclis İnsan Hakları Komisyonunun 2011 yılındaki raporuna göre cinsiyete bağlı şiddete maruz kalmak açısından kadınlar için en tehlikeli kentin İstanbul olduğunu da hatırlatayım.

Ataerkil sistem, salt bedene indirgenerek ekonomik bir metaya dönüştürülen kadının sürekli denetim altında tutulabilmesi için, onun "namusu"nun bekçiliğini erkeklere veriyor.Aslında bekçiliği yapılan erkek iktidarının kendisi. Erkek şiddeti artıyor çünkü kadınlar kendi namuslarına sahip çıkmak, seçme hakkına sahip olmak, yürümeyen evliliklerden boşanmak, çocuklarının velayetini üstlenmek istiyorlar, mal paylaşımında ısrar ediyorlar. Kadınların bağımsızlık talebi erkeklerde bir "erkeklik kaybı"na veya krizine yol açıyor ve bunu kadına şiddet uygulayarak telafi etmeye çalışıyorlar. Şiddeti önlemek için kadınları erkeklere emanet etme mantığı ise bu zihniyeti ve pratiği pekiştirmekten başka işe yaramıyor, çünkü herkesin bildiği gibi en dindar erkekler bile emanete "hıyanet" etmekte bir beis görmüyorlar. Kimsenin kimseye emanet edilmediği, kadınıyla erkeğiyle özgür bir demokratik toplum inşası hayal mi? Hayaller gerçeğe dönüşmez değil, ama önce barajların yıkılması gerekiyor.

Haberin detayına linkten ulaşabilirsiniz... http://www.yuzdeon.org/_php/index_sayfa.php?SayiX=5&KX=117